One Piece Türkiye
Merhaba arkadaşlar.

Biliyorsunuz, burası yönetim ekibimizde ki birkaç sorundan ve sistematik hatalardan dolayı etkinliğini yitirdi. Kaldığı yerden devam ettirmek mümkün değil şuanda.

Bizde, yönetim ekibimizden kalan arkadaşlarla tekrardan; daha sistematik, daha görsel, daha gelişmiş, daha basit ve çok daha eğlenceli bir RPG için kollarımızı sıvadık. Yakın zamanda da gösterime girmeyi umud ediyoruz.

Çalışmalarımızı yoğun tempo ile devam ettiriyoruz. Aramıza katılmak, bizlere destek vermek isterseniz, Onebahriye adlı Skype adresinden bizlere rahatlıkla ulaşabilirsiniz.



Join the forum, it's quick and easy

One Piece Türkiye
Merhaba arkadaşlar.

Biliyorsunuz, burası yönetim ekibimizde ki birkaç sorundan ve sistematik hatalardan dolayı etkinliğini yitirdi. Kaldığı yerden devam ettirmek mümkün değil şuanda.

Bizde, yönetim ekibimizden kalan arkadaşlarla tekrardan; daha sistematik, daha görsel, daha gelişmiş, daha basit ve çok daha eğlenceli bir RPG için kollarımızı sıvadık. Yakın zamanda da gösterime girmeyi umud ediyoruz.

Çalışmalarımızı yoğun tempo ile devam ettiriyoruz. Aramıza katılmak, bizlere destek vermek isterseniz, Onebahriye adlı Skype adresinden bizlere rahatlıkla ulaşabilirsiniz.

One Piece Türkiye
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro]

3 posters

Aşağa gitmek

Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro] Empty Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro]

Mesaj tarafından The Clown King Buggy Perş. Ara. 19, 2013 1:24 pm

Kulağına martı sesleri geliyordu Sage'nin. Gözleri kapanmakla savaşırken, eski anılar geliyordu gözlerinin önüne. Uyumamaya çalışıyordu ama huzur kaplamıştı her tarafını, çarklı geminin deniz üzerinde bıraktığı o etkinin, kulaklarında yarattığı mükemmel harmoni, tuzlu rüzgarın teninde bıraktığı mükemmel his, geminin aşçısının yaptığı soğuk içeceğin mükemmel tadı. Her şey mükemmeldi, özgürdü. Bir şey hariç, vücudu kasılırken bu soğuk düşünce ile, nihayet rüya onu yutmuş gibi görünüyordu. Çekerken bir kara delik geçmişe doğru Sage'yi, Sage'nin tek yapabildiği 2 ayağının üzerine düşmek için uğraşmaktı.

Aynı anda Grand Line'da bir hapishanede;

Daisuke muhafızların kamçılamaları arasında ağır yükler taşıyordu. Senelerdir tek yaptığı bu gibi görünüyordu, nihayet en sevdiği sesi duymuştu. Gün içerisinde uyumasına izin verilen bir kaç saatlik mola. Bütün mahkumlar aynı anda koşmaya başlamışlardı, az önce hepsi yorgunluktan ölmüş gibi görünüyorlardı, ama koşmaya enerji bulabilmişlerdi. Daisuke onlardan daha yakındayken çalmıştı uyku çanları, hemen koşup en tepedeki 10 yataktan birini kapmıştı. 1000 mahkum 9 yatak için koşuyordu şimdi. Daisuke aşağıdakilere baktı ve yatağına döndü gözleri kapandı usulca ve düştü rüyalar ülkesine.

Yaklaşık 10 sene önce...

West Blue'da Daisuke ile büyüdüğü adadaydı Sage, anılar beynindeki sinir hücrelerini bir bir geçerken, içinde bir yerde sinir volkanı patlamak üzereydi. Daisuke ölmüştü, hem de Sage olduğu sanıldığı için. Hükümete önce ailesi için sonrasında en iyi arkadaşı, Kardeşi için öfke duyuyordu, hepsini, her birini doğramak istiyordu belki. Yüzünden akarken göz yaşları, rüya değişmişti.

Daisuke ise, denizcilere tarafından götürülüyordu. İçinde bir gurur taşıyordu sanki, etrafına baktı. Bir gemideydi, yaklaşık 100 denizci vardı. Her biri bir şeyle uğraşıyordu, Daisuke ise geminin ortasında bağlanmış halde ilerliyordu. Martı sesleri ve denizin tatlı hissi içinde bulunduğu durumla ironik olarak ona özgürlüğü hissettirmişti. Acaba doğru bir şey mi yapmıştı, kardeşini kurtarmıştı belki ama sonsuza kadar çürüyecek miydi bir mahzende?
Yaklaşık 20 yıl önce...

West Blue'da ailesi öldükten 3 sene sonra Daisuke ve Sage, sadece vahşi hayvanların yaşadağı girilmesi yasak olan ormanın girişinde bekliyorlardı. Sage biliyordu içeride ne olduğunu, içeride ailesi ölmüştü, ama Daisuke bilmiyordu. Daisuke'ye göre orası kardeşini bulduğu yerdi, bu yüzden gitmeyi istiyor olabilir miydi?



Out:Gördüğünüz gibi 3 kısım var. Her biriniz öncelikle günceli anlatacaksınız, sonrasında rüya rp'si olarak 10 yıl önceyi biraz detaylandıracaksınız, sonra birlikte 20 yıl öncesini yazacaksınız. Sonra sıra tekrar bana gelecek.
The Clown King Buggy
The Clown King Buggy
Anlatıcı&Onaylayıcı

Anlatıcı&Onaylayıcı

Mesaj Sayısı : 171
Kayıt tarihi : 02/11/13

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro] Empty Geri: Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro]

Mesaj tarafından Sage Vian Cuma Ara. 20, 2013 4:05 pm


    Uyumamalıydı. Bir şeyler yapmalıydı, yapması gereken işler vardı. Daha doğrusu öyle olmalıydı. Ancak aklına hiçbir şey gelmediği gibi bunları düşünmek, bunlara odaklanmak istese, başka hiçbir şeyi düşünebilmek için kendisine izin vermemekte diretse de, bu konuda pek başarılı olduğu söylenilemezdi. Fazla huzurluydu, fazla rahattı. Uzun süredir, belki de hayatı boyunca olduğundan daha rahat… Sorunlar yaklaştıkça çözümleri de yaklaşıyor, insana stres getirdiği kadar, bir ferahlama hissi de veriyordu. Bilinci ona isyan ediyor, beyni onu dinlemiyordu. Gözlerini açık tutmak istese de, bunun bir anlamı olmayacağını haykıran düşünceleri ve gözleriyle birlikte onu kapanmakla tehdit eden bilinci kendisine ihanet ediyordu. Özellikle onun gibi, uyku düzeni diye bir şeye hayatında yer olmayan ve çoğu gün ihtiyacı olduğundan çok daha az uyuyan birisi için böyle huzurlu bir anda tüm vücudunun kendisini rüyalar denizine doğru bırakması beklenilir bir durumdu.

    Çevredeki sessizliği bozan, hafif sesleri duyuyordu. Geminin ve denizin sesi, birbirleriyle tezat bir uyum içerisinde, doğanın kendisi ve insan yapımı makinenin ahenkli harmonisi kulaklarına doluyordu. Bedenini yalayıp geçen rüzgârın bıraktığı belli belirsiz ürperti tenini yalayıp geçerken en son ne zaman dünyadaki bu ufak tefek ayrıntılara dikkat ettiğini bile hatırlayamadığını fark etti. Böyle küçük ama hoş ayrıntılar, böylesi berbat bir dünya içerisinde insanlara anlık kurtuluşlar sunabiliyordu. Kendisine rahatlama, huzur bulma izni verdiği nadir zamanlarda bunları hatırlıyor ve sonrasında hemen unutuyor, kendisine unutturuyordu. Rahatlamaya izni yoktu, her an her türlü şey olabilirdi. Huzurlu olmaya hakkı yoktu, birçok insan onun yüzünden huzursuz hale geliyor, onun yüzünden insanlar acı çekiyorken değil… Aslında diğer insanlardan kastı sadece tek bir kişiydi. Kalan kimseye ne olduğunu umursadığı yoktu. Gerekliyse binlercesinin huzurunu kaçırabilir, hepsine acı çektirip işkence edebilir veya bunlar başlarına gelirken gözü bile seğirmeden oturup izleyebilirdi. Birçok insanı bedeni hiçbir fizyolojik tepki vermeden, hiçbir şey hissetmeden ve düşünmeden öldürebilirdi. Hayır, onun yüzünden veya başkası yüzünden acı çekiyor olduğu gerçeğini umursayacağı sadece bir insan vardı ve bu kişi kendisi değildi. Hayatını kurtarmış olan çok değerli bir dostuydu. İşte, huzurlu olma zamanı sona eriyordu, rahatlamak için aklının kendisine tanıdığı süre dolmuştu. Hiçbir işle meşgul olmadan, hiçbir şey düşünmeden geçirebileceği süre tükenmiş, yerini hatıralara bırakarak uzaklaşmıştı. Acı verici ve hüzünlü anılar, artık bedenine acıdan çok öfke ve kin duygularını pompalayan anılardı bunlar. Her gün azalacağına, inadına daha da artan ve kalan tüm duygularını bastırıp, yok ederek en üste çıkan bir öfkeydi onu saran…

    12 Yıl Önce

    Bedeni kaskatı bir şekilde kalmış, öylece karşısındaki manzarayı izlemekten fazlasını yapamadan duruyordu. Adeta kendi kendisiyle savaşarak, denizcilerin dostunu, kardeşini götürmelerini izledi. Eğer bir an, sadece bir anlığına bile olsa kendisini bırakacak olsa, bulabildiği her şeyle, gerekirse çıplak elleriyle denizcilerin üzerine gider ve ölmek pahasına onları öldürürdü. Şu anda kendi hayatı düşündüğü son şeydi. Kendisini kaybetmesini sebep olmakla tehdit eden öfkesi gidip askerlerin bellerindeki kılıçlardan birisini almasını ve onları tek tek, tek tek kesip doğramasını söylüyordu. Onu durduran şey mantığıydı. Değil böyle bir kalabalık, tek bir eğitimli asker bile onu durdurmak için yeterli olurdu. Oraya gitmesi sadece her ikisinin birden kelepçelenmesine ve Daisuke her nereye götürülecekse oraya birlikte gitmelerine vesile olurdu. Bu neye yarardı? Onu kurtaramazdı, bu imkânsızdı. Şu anki gücü ve benliğiyle mümkün değildi. Zayıftı ve kontrolsüzdü. Dikkatsizdi, hiçbir şeyi gerçekten düzgün yapamayan beceriksizin tekiydi. Eğer böyle olmasaydı, eğer daha dikkatli ve daha güçlü olabilseydi, şu anda durup yıllardır yaşadığı evden yıllardır yan yana büyüdüğü insanın kanlar içerisinde götürülüşünü izlemek zorunda kalmazdı. Denizciler onu asla bulamaz, muhtemelen bir süre sonra da öldüğüne kanaat getirirlerdi. Kendisine lanet etti, işe yaramaz oluşuna, şu anki haline lanet etti. Neden her zaman, kurtarılan kendisi oluyordu? Kurtarılmak istemiyordu, korunmak istemiyordu… Zayıf olmak ve kendisi için değerli insanların acı çekmelerine sebep olmak istemiyordu… Öyleyse neden bunu yapamıyordu?

    Denizciler dostum dediği insanı götürürken, sadece arkasını dönüp uzaklaşabildi. Ormanın içerisine doğru düşünmeden ilerledi. O anda kafasındaki şey nereye gittiği veya ne yapacağı değildi. Hayır, daha çok kendisinden nefret etmekle meşguldü. “Hain! Pis korkak!” kendi kendisine söyledi. Aynı şeyleri kendi kendisine bilinçsizce tekrar ederek insanlardan uzaklaştı. İlk önce bir fısıltı halinde olan sesi git gide, insanların duyma mesafesinden çıktıkça çığlıklara dönüştü. Bu yaptığı, dönüp gitmek, kaçmak, bu sadece korkaklıktı. Bu sadece ihanetti. Onu kurtarabilmek için kendisini feda eden bir insana karşı affedilemez bir ihanetti. Bu düşüncelerle birlikte gözüne çarpan ilk şeye, bir ağaç olduğunu tahmin ediyordu, elinden geldiğince kuvvetle yumruk attı. Karşısındaki şey ölebilirmiş gibi, öfkeyle, öldürmek için saldırıyormuş gibi vurdu ve vurdu. Oysa tek amacı kendisini sakinleştirmek, en azından birazcık kafasını dağıtabilmekti. Elbette tabii, bu içerisinde duyduğu nefret denizcilere olduğu kadar kendisine de yöneltilmiş durumdaydı. Attığı yumruklar ellerini kanatana, derisini parçalayana kadar başka hiçbir şey yapmayı istemeyerek devam etti. Denizciler ve onların üstleri, hükümet, işte asıl nefreti onlaraydı. Ailesini öldürmüşlerdi. Önce anne babasını ve şimdi belki de, kardeşini… Peki ya neden? Elle tutulur bir sebepleri olmadan, sadece varlıklarını tehdit etme riskleri olduğu için bunu yapıyorlardı. Affedilemez. diye düşündü. Görmezden gelinemez. Düzeltilmeli, değiştirilmeli. Her şeyden önemlisi, yok edilmeli.

    Gözlerinden akan gözyaşlarını hissettiğinde durdu. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. En son, yine ormanda ağlamıştı. Anne babasının öldürüldüğü gün, yine kendisini kaybetmişti. Bunların düşüncesiyle yüzüne içerisinde hiçbir neşe barındırmayan, acıklı bir gülümseme yerleşti. “On dört senedir hiç değişemedim değil mi? Hala aynı aptal çocuk… Hala aynı sulu göz velet…” sözleri bir fısıltıdan daha yüksek sesli değildi. Gözyaşlarını silmek için hiçbir girişimde bulunmadı, istedikleri kadar özgürce akmalarına, yüzünde izler bırakarak kendilerine yol açmalarına izin verdi. Bu son olacak, eski ben ile vedalaşma vakti.

    Dizlerinin üzerine, toprağa düştü. Aniden yere çarpmanın etkisiyle bacaklarında oluşan hafif sızıyı hissetti. Alnını az önce yumrukladığı ağaca dayadı. Kendi kendisine yeminler ederek, gözyaşlarının artık son kez, son bir kez daha akmasını ve durmasını bekledi. “Kesinlikle, ne olursa olsun onları yaptıkları her şey için pişman edeceğim. Ne kadar sürerse sürsün, ne gerekirse gereksin…

    23 Yıl Önce

    Herhangi bir tehlikeyi göze almak onu korkutmuyordu. Bu orman ve içerisindeki tehlikeyi önemsemiyor, dahası inanmıyordu. Sadece çocukları buradan uzak tutmak için söylenilen saçmalıklar olduklarını düşünüyordu. Sonuçta o burada yedi sene yaşamıştı, hem insanlar odun ihtiyaçlarını karşılamak için buraya geliyorlardı. Burada insanların bu denli çekineceği, ne gibi bir tehlike olabilirdi ki? Kuru laflardan başka bir şey olmadığına inanıyordu. Hayır, bu ormana adım atmaktaki çekincesi içeride bulacakları hakkındaki endişesiydi. Bundan üç sene önceki Sage bu ormandaydı. Ailesi buradaydı ve evleri buradaydı. Batıl inançları olup olmadığını hiç düşünmemiş, zaten gerek de görmemişti. Tek bildiği içeride onu alıp üç yıl önceye götürmek için bekleyen ruhlar ve hayaletler olduğuydu. Bu fikre olan inancının nereden geldiğini bilmiyordu. Bunu nereden bildiğini bile bilmiyordu. Sadece biliyordu. Bir çocuğun yatağının altında canavar olduğuna inanması gibi, bu ormanın içerisindeki canavarlara inanıyordu. Daha önce onlardan kaçtığı, kurtulduğu için kendisini cezalandırmak isteyen canavarlar buradaydı.

    Yanındaki çocuğa baktı. Her zamanki gibi burayı keşfetmeye olan merakı gözle görülür seviyedeydi. Ona, onunla istediği her yere geleceğini daha önce söylemişti. Hayır, o bir yalancı değildi. O sözlerini tutardı, tutmalıydı. Korkusunu yuttu, içine gömdü, derinlere sakladı. Sadece kendi hissedebileceği, sadece kendi görebileceği bir yerele gönderdi. “Heh, neyi bekliyorsun. Burası büyük bir orman, hadi.” Diyerek önden ilerlemeye başladı ama adımlarını istemsizce evinin olmadığını bildiği yönde sürdürüyordu. Eğer o evin yakınlarından geçmezse, bir sorun olmamalıydı. Değil mi?

Sage Vian
Sage Vian
Devrimci
Devrimci

Mesaj Sayısı : 10
Kayıt tarihi : 14/12/13

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro] Empty Geri: Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro]

Mesaj tarafından Daisuke Shinro Paz Ara. 22, 2013 1:50 pm

Ağır yüklerin altında ezilen insanların iniltileri ve kalın sicimin üstüne sarılmış silindirik derinin havadaki şakırtılarının yazdığı huzursuz kötü bir şarkı gibiydi hapishanedeki havada uçuşan sesler. Korkutucu insanı tedirgin eden bu basit anlaşılmaz şeyler arasında sıkışıp kalmışlık ve zamanın hükmünün ortadan kalktığı melankolik bir uyumaklı uyanıklık havası gibiydi. Tilkilerin uluması gibi alaca karanlığı bekliyordu bilinmez bir akşam saatinde. Hapi edilmenin mantığına en uygun olan şey zamanın bilinmezliği ile insanın kendini kaybetmesi olurdu. Bileklere vurulan prangaların çınlaması artık ona çokta yabancı değil hatta kendinden başka insanların bu durumda olduğunu ona söyleyip kendini iyi hissetmesini sağlayan bir şeydi. Neden bu gün burada kendinin anımsaması için bir süre düşünmesi gerekirdi. Hafızası git gide kötüleşiyordu, yetersiz yemek ve rahatsız uykularının karanlık dostu sayılırdı artık boşluk.

Çaresizlik garip bir şeydi, insanı gelişmesi için zorlayıp onu sırtından iten bir şeydi. Hayatı boyunca güler yüzlü gezmiş bir insan için bu ne kadar anlaşılır yada ne kadar kavranabilirdi bilmiyordu ancak artık vakti gelmiş ve değişmesi gerekmişti. En karanlık dehlizlerin dibine yuvarlandığında daha da batamazsın, ufuk çizgisinin kalem ve kağıtla kırıldığı o uzak yerde ise yeni bir ufuk yaratır ressam. Kendini geliştirip değişmenin vakti gelmiş olmalıydı, kalbine olan sadakati ve kardeşi için değişmeliydi. Belki bir gün olur onu yine görürdü, yüzünü bile çok net hatırladığı söylenemezdi hoş... Hayal kurmak bu gibi deliklerde tehlikeliydi, insanı inanmaya iten her şey tehlikeden oluşuyordu. Dikenli telleri ile kaplanmıştı her taraf. Fazla umutla şişmiş bir kalbi patlatmak çok kolay olmalıydı, umutsuzluk ise sadece ölüme sebebiyet verirdi. Hayatta kalmak en makul umuttu, kişiye çekmemesi gereken bir suçtan verilen cezanın amacını anlayamıyordu. Küçücük bir çocuk ne yapmış olabilirdi de yıllar sonra canı için umutlarını taşlar arsına gömüp ışıkla yüzü yıkandığında mutlu olmayı beklerdi.

Bu gün şans kapısını çalmıştı, ancak çok sevinmemeli ve diğer insanlara belli etmemeliydi. İnsan çok mutlu olduğunda yanlış kararlar alabilirdi, yada saçmalaması olasıydı. Garip bir mutluluktu bu, gündelik hayattan onu koparacak basit bir mutluluk. Her gece üstünde uyuduğu yatağın değerini anlaması için sırtını örseleyen taşların üstünde yatması gerekmişti. Alışkanlık bile olmuş denebilirdi, korkutucu bir şeydi rahatlık onun gözünde. Bir an gelir bir an giderdi, şanslı azınlıktan olmak diğer insanlardan dışlanmasına da sebebiyet verebilirdi. Besin zincirinin en üstüne tırmanmak yada aslanların öfkesi ile yüzleşmemek için verilebilecek en makul karar sıradanlığını kabul etmek ancak aşırılığını herkese haykırmak olmalıydı. Enlerde olmazsan insanlar seni takip etmezdi, bu gün uykuya dalmadan önce sıcak bir gülümseme vardı yüzünde. Belli belirsiz bir ses ile "Evimde pişen sıcak yemeklerde ne güzeldir, bahar aylarında tomurcuklarını patlatan kiraz çiçeklerinin pembe yaprakları da oradan oraya savrulur durur. Yeşil mavi pembe rengarenk olur gök yüzü." bunları kendi kendine söylemesi ile gözleri hafiften kapanmıştı, istemsizce başı yastıkta bir iki kere sektikten sonra derin nefesleri ve ağzından akan suyu ile uykusuna başlamıştı.


12 yıl önce;

İnsan nerede ne yapması gerektiğini bilemeyen kararsız bir varlıktı ancak her zaman gülümsemesini yüzünde taşıyan genç için bu gün büyük bir zaferle sonlanmıştı. Biraz tartaklanmış, midesine bir iki yumruk yemişti. Onun bu dünyada pek fazla yaşamadığı bir şeydi ancak merakı vardı kavga etmeye. Her erkek gibi günü geldiğinde sevdiklerini koruyacağı düşüncesi vardı, ilginçtir ki bu gün bunu gerçekleştirmenin verdiği haklı gurur içerisindeydi. Denizin öte ucundan burnuna çalınan tuzlu kokusu ve burnundaki kurumuş kanın paslı demir kokusu yüzünü güldürmeye yeterliydi. İnsanların ne yaptığını önemsemiyordu. Önemsemesine gerekte yoktu, adı artık geçmişteki bir isimden kardeşinin isminden ibaretti. Kendisi ise yeni bir yolculuğa çıkıyordu, aklında gelecekte ne gibi zorluklar yaşayacağına dair pek bir fikri yoktu ancak küçük kardeşi olarak gördüğü Sage'in çekeceğinden fazlasını çekmeyecekti.

"Diğer insanlar yaşayabiliyorsa bende yaşarım." demişti kendi kendisine, bilinmez geleceğine karşı korku ile bakıyordu. Korkmaması beklenemezdi, koca geminin güvertesinde tek başına yapa yalnız ne yapacağını bilmeksizin duruyordu. Bir aşağı bir yukarı süzülen martının çığlıkları kulağında yankılanıyordu. Yakında yağmur yağacaktı ve o şemsiyesini çok uzakta unutmuştu. Koruyordu bulutlu gök yüzünden, bir daha eve dönüp dönemeyceğinden. Gittiği yoldaki patikanın çamura dönüp üstünü pisleteceğinden, korkak birisiydi aynı zamanda diğer insanlara söylemek istemese de.

Söyleyebilecek fazla bir sözü yoktu Daisuke'nin, etraftaki insanların ona nazik davranması gibi bir şey beklemiyordu ancak en azından biraz su içse hiç fena olmazdı. Bu sırada düşündüğü pek fazla şey yoktu, kardeşinin üzülmüş olduğunu düşünüyordu ancak gelecekte daha mutlu günlerinin olması için bu gün az da olsa üzülmesi gerekiyordu. Belki o farkında değildi ancak dünyada görülmeye değer çok fazla şey vardı. Kendisi de henüz bunların büyük bir kısmını bilmiyordu ancak umut ediyordu kardeşi bunları merak edip güzel bir hayat yaşayacaktı. Belki bir gün geri dönüp onu burada bulabilirdi.

23 Yıl önce;

Yeni kelimesi her zaman eğlenceyi ve macerayı bünyesinde barındırıyordu genç Daisuke'nin gözünde ancak bazen de başına bela açacağı gerçeğini göz önünde tutması gerekiyordu; lakin bunu yapacak bir insan değildi. Her ne kadar dikkat etmesi gerektiğini düşünüyor olsa da ciğer görmüş bir kedinin uzaklaştıramıyordu bir türlü. Eskiden, çok eskiden buraları keşfetmek için bir girişimde bulunmuştu ancak pek başarılı olamamıştı; bu gün kutsal olmalıydı sonunda istediğini yapabileceği gün gelmişti. Derin bir yutkunma ve yüzünde koca bir gülümseme ile bir kaç adım atıp Sage'i takip etmeye başladı, sessiz sessiz yürümeyi tercih etmişti ancak içi içine sığmıyor gibiydi. Heyecanla sağına soluna bakıyordu, etrafta böceklerin uğultularını duydukça daha da bir derine gitmek istiyordu; ormanın her bir yerini adımlamayı diliyordu.

Bu sırada kendinin aksine Sage'in bunu pek isteyip istemediğini sorguluyordu, aslında istediğinden emin gibiydi ancak tereddütte etmiyor değildi. Onu bulduğu zamanı hatırlıyordu etrafta pek bir şeyi görmüş olmasa da genel olarak koyu kırmızı temasını hatırlıyordu. Bir yerden düşünce burnu kanadığı zamanlardaki demir kokusunu da hatırlıyor gibiydi ancak hiç bir zaman sorgulamamıştı ne olduğunu. Sorgulamak ona göreydi ancak sevgili arkadaşının söz etmek istemediği bir konuyu soracak değildi. Söylemek istediği bir kaç şey vardı pek bir mantıksız geliyordu belki kulağa ancak elini Sage'in omzuna vurup korkmuş gibi bir surat ifadesi ile "Belki de yolumuzu kaybederiz! Medeniyeti bir daha bulamayız kurtlar etimizi parçalar!" deyip hemen güler bir yüzle "Kurtları görmek eğlenceli olabilirdi aslında keheheh..."
Daisuke Shinro
Daisuke Shinro
Devrimci
Devrimci

Mesaj Sayısı : 4
Kayıt tarihi : 18/12/13

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro] Empty Geri: Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro]

Mesaj tarafından The Clown King Buggy Salı Ara. 24, 2013 12:44 pm

Sage tedirgin bir şekilde ilerlerken, Daisuke bunu anlayamayacak kadar heyecanlı ve meraklıydı. Bu adada sonbahardı belki, ya da sadece ağaçlar sıkılmıştı gereksiz ağırlıklarından, orman kuru yapraklarla doluydu, ağaçlar ise boştu. Uzaktan sesler geliyordu ama alışkın olduğunuz seslerdi bunlar. Demircide dövülen silahlar, ahırdaki atlar, uzakta bir tepede otlanan koyunlar, bir yerde akan bir nehrin huzur veren şırıltısı. Ormanın içerisi ise ürkütücü şekilde sessiz, attığın her adımda bastığınız yaprakların çıtırdamaları kulaklarınızı dolduruyor. Sağa gitmeyi seçerseniz, metalin, ağaca vurma sesini, sola giderseniz, nehrin sesinin yoğunlaştığını farkedeceksiniz. Düz ilerlerseniz, eski kötü anılar açığa çıkabilir.

Günümüzden 12 yıl önce...

Sage ormanda ilerlerken her adımda sesini biraz yükseltiyordu. Ormanın derinliklerine ilerlemişken, çığlıkları boğazını ağrıtıyordu artık. Arkadaşının kendisini feda etmesi, gözlerinin önünde tekrar tekrar oynuyordu. Görüntü birden bulanıklaşmıştı, yanağından sıcak bir şey çenesine doğru akarken, içinde gücü hissetti ve ağlamasına son verip bir yemin etti. Dizlerinin üzerinde ettiği yemininden sonra bir yerden adımlama sesleri geliyordu, bir umutla arkasına bakıp Daisuke'yi göreceğini düşünmüştü ama Tanrı bu kadar iyi değildi. Akşam güneşi adamın arkasından batarken, bu adam o kadar heybetli görünüyordu ki. Arkasındaki ışığın etkisiyle adeta bir Tanrı gibi duruyordu. Elinde bastonu vardı ama yürümekte zorluk çekiyor gibi görünmüyordu. Sana baktı derin mavi gözleriyle ve dudakları seyirdi. Ufak bir gülümsemeydi bu, duygularını anlayamıyordun. Konuştu Tanrı, sesi ağır ve güzeldi. Huzur veriyordu sana. "Ağlamak, ve bağırmak işleri çözmez evlat, hele bir sistemi çökertmek gibi bir niyetin varsa, bunu gizli yapmalısın, bağırmak işe yaramaz. Anlat bakalım şimdi neler olduğunu, belki sana yardımcı olabilirim."
Adam yanına bağdaş kurdu, siyah takım elbise, kırmızı kravatı vardı. Kalbinin üzerinde gümüş bir el broşu vardı...

Gizemli Adam:

Daisuke;

Tatlı rüzgar durmuştu, kafasını havaya kaldırsa Daisuke havada tek bir bulut göremezdi, deniz durmuş gibiydi, midesini bulandıran hareketlenme yoktu artık, dünya bir süreliğine durmuştu sanki. Gemi birden titremeye başladı, duman çıkıyordu bir yerden ve gemi tekrar hareket etmeye başladı. Bu garip bir histi, ne bir rüzgar vardı, ne de bir dalga ama geminin ilerlediğine yemin edebilirdin. Solunda bir yerde uzakta kocaman bir yaratık denizden kafasını çıkarmış güneşleniyordu, sonra denize geri dönmüştü. Garip bir yerdi burası, kendisini cesaretlendirmeye çalışıyordu Daisuke ama bu Tanrı pek yardımcı olmuyordu. Bir 5 dakika sonra genç bir teğmen yanına geliyor. Bir sandalye çekip karşına oturuyor. Yüzünde anlamsız bir ifade var, ne düşündüğünü anlamak imkansız. Bir süre bekleyip konuşmaya başlıyor;
"Çocuk, bir suçun olmadığının elbetteki farkındayım, ama emir aldığımız kalın kafalılar böyle düşünmüyor. İleride tehlikeli olacağını düşünüyorlar, bunu yapmak zorunda olduğumu anlamanı istiyorum. Her gece yatağa gittiğimde acaba senin tarafından bana lanet okunuyor mu diye düşünmek istemiyorum. Sistem yanlış, ama ben de emir kuluyum." diyor, bakışları aynı duygusuz hala. Sesi o kadar kısık ki sen bile zor duyuyorsun.
Teğmen:

Günümüzde;

Günün en nefret ettiği sesini duyuyordu Daisuke şimdi, kısa uykular, ve kulağa tecavüz eden alarmlar, Daisuke en üstteki yataktan ayaklarını sarkıttı. Duvara gömülmüş yatak 10 metre yüksekteydi. Aşağıda yatan 991 mahkum yerde balık istifi dizilmişlerdi. Daisuke acıdı bir an için, kendisi de orada çok yatmıştı, hele de ilk geldiği zamanlar, bazen buz gibi bazen de çok sıcak asla arası değil. Zaten günde 3 saat uyumalarına izin veriliyordu, onda da yatak kapamayanlar cehennemde uzanıyor oluyorlardı sadece. O yerde uyumak imkansızdı. Daisuke yataktan atladı, bir kaç saniyelik düşüşten sonra yere değmeden duvarı tekmeledi ve kendini uzağa itti. Yara almadan yere indi. Will, Han ve Trao yatakları kapan diğer 3 kişiydi. Seni selamladılar. Will Kapıyı gösterip, orada aşçıların geçini işaret etti.
"Bugün yemek var anlaşılan, yer tutmak için hazır olalım. Diğer itlerden bize kalmaz yoksa. Sage-san yo! göster kendini Hririri." dedi...

Bu sırada Sage gemide uzanmış serin rüzgarın rahatlatıcı etkisi altında rüya görüyordu. Bacaklarını katlayıp ellerini arasına koymuştu. Üşüyor olmalıydı. Genç ve güzel bir kız yanına gelip bir pike attı üzerine, uyandırdı bu Sage'yi. Eli hançerine gitti refleks olarak, kıza baktı, kız çok korkmuş görünüyordu.
"Üzgünüm Sage-sama, üşüdüğünüzü düşündüğüm için üzerinize bir şey örtmek istemiştim. Lütfen affedin." dedi titreyerek. İyi niyetli bir kıza benziyordu, çokta güzeldi. 25 yaşlarında filandı, gemideki en rütbelinin kızıydı, sana aşık olduğunu anlamak çok kolaydı ama yinede sen böyle bir şeyi onaylamıyordun, hem senden üst rütbeli birinin kızıydı, hemde çok gençti. Ama uğraşmak istersen çok kolaydı...

Kız:
The Clown King Buggy
The Clown King Buggy
Anlatıcı&Onaylayıcı

Anlatıcı&Onaylayıcı

Mesaj Sayısı : 171
Kayıt tarihi : 02/11/13

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro] Empty Geri: Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro]

Mesaj tarafından Sage Vian Cuma Ara. 27, 2013 1:38 pm

    İkili ormanın içerisinde sessiz ilerliyorlardı. Etraflarında her bir şeyi fark edebilmek, böylece ilgilerini çekebilecek herhangi bir şey olduğunda ona odaklanabilmek için tüm dikkatlerini veriyorlardı. Sage biraz tedirgin, yine de bu minik keşif gezisinden elinden geldiğince keyif alabilmeyi hedefler halde yürüyordu. Sadece kötü anıların aklına gelmesini engellemesi gerekiyordu, sadece bu ve ondan sonrasında dilediği kadar bu gezinin tadını çıkartabilirdi. Ne yazıktır ki, sadece bu dediği şey o kadar da basit değildi. En azından on yaşında bir çocuk için değildi. Birçok rahatsız edici hatıra aklına doluşuyor, kulaklarını tırmalayan çığlıklar gerçekmiş gibi kafasında yankılanıyordu. Kafasındaki bu rahatsız edici sesleri nehrin sessiz gürültüsü dağıtmayı başarabilmişti. Uzaktan geliyordu ama yine de varlığını belli ediyor, ‘buradayım!’ diye haykırıyordu. Adımlarını o yöne doğru çevirdi ama Daisuke’nin ona başka bir tarafı işaret etmesiyle arkasını döndü. Bir şey mi duymuştu veya görmüştü, yoksa sadece içgüdüsel olarak mı hareket ediyordu bilmiyordu ama ona uymaya karar verdi. Nasılsa nehir yerine sabit duruyordu. Hem bir nehrin içerisinde en fazla ne olabilirdi ki? Bu ormanda çok daha ilgi çekici şeyler olduğuna emindi. Sağa doğru ilerlemeye başlamışlardı. Sage şimdi, metal sesini net bir şekilde duyabiliyordu. Git gide güçlenen ses, doğru yönde olduklarını doğrular nitelikteydi ve Sage’in meraklanmasına sebep oldu. Bu ses doğal olamazdı, bu durumda orada birisi vardı. Ormanın içerisinde kim olabileceğini düşünürken buraya dair tüm anılar kafasından uzaklaşmış, merakı git gide artmıştı. “Sence sadece bir oduncu mu? Yoksa daha ilginç bir şeyler görebilir miyiz dersin?” yüzünde çocuksu bir merak ve heyecan duygusu ile adımlarını hızlandırdı. Bir çocuktan sabırlı olmasını istemek saçma olurdu. Çocukların bir şey ilgisini çektiğinde, ona hemen sahip olmak ister ve sahip olduğunda da, kısa sürede duydukları ilgi kaybolurdu. Sage de bu tarz bir çocuktu. İlgisi o şey gizli, ulaşılamaz olduğu sürece taze kalıyordu ve hakkındaki her şeyi öğrendiğine inandığında veya daha fazla bir şey öğrenmesine gerek olmadığına karar verdiğinde artık o şey umurunda bile olmuyordu.

    12 Yıl Önce

    Duyduğu ayak sesleriyle hızla dizleri üzerinde döndü ve arkasına baktı. O an içerisinde bulunduğu tüm negatif duygulara rağmen, umutlanmıştı. Kardeşinin geri geldiğini, o denizcilerin elinden kurtulduğunu veya en azından adamların yaptıkları hatayı fark ettiklerini düşündü. İmkansız olduğunu, gerçekleşmeyeceğini bildiği halde bunlara o an kendisini inandırmıştı. Belki de gelen denizcilerdi, doğru kişiyi yakalamaya gelmişlerdi. Bu düşünceler içerisinde kardeşine seslendi. “Da-“ Ne var ki, sözleri yarım kalmıştı. Arkasını dönmesiyle birlikte kendisini anlık olarak bağladığı o anlamsız umut da yok oldu. Karşısında hiç tanımadığı birisi duruyordu. Açıkçası bu adamın o anda, içerisinde tam olarak hangi duyguyu uyandırdığını bilmiyor, anlayamıyordu. Onu boş yere umutlandırdığı için, onu izliyor olduğu için ve giyimiyle olsun duruşuyla olsun asillere benzediği için, nefret etti. Kendisini onu fark edemeyecek derecede kaybetmiş olduğu için utanç duydu. Ve bariz bir şekilde yaşlı olduğu halde bu kadar kudretli görünüyor olduğu için hayran oldu.

    Yüzündeki şaşkınlık ifadesini elinden geldiğince hızla yok etti ancak bunu, adamın fark etmesinden önce yapamadığını biliyordu. Sadece bakarak bile böyle ayrıntıları gözden kaçırmayacak birisi olduğunu söyleyebiliyordu. Onu kandırmak istedi, içerisinde olduğu tüm o duygu karmaşasını saklamak ve bu adama onu etkilemediğini göstermek istedi. Yine de kaybolan şaşkınlık izleriyle aynı hızla yüzünde beliren şüpheci ve tehditkâr ifade bir hayli gerçekti. Ses tonunu, mimiklerini, kelimelerini kontrol edemiyordu. Ne hissediyorsa onu gösteriyor, ne düşünüyorsa onu söylüyordu. Kendisine lanet etti, zayıflığına ve çaresizliğine defalarca kez lanetler yağdırdı.

    Bir süre yanında oturan adamı inceledikten sonra diz çökmüş oturduğu yerde, adeta fırlayarak ayağa kalktı. “Takım elbiselilere güvenmem, anlarsın ya? Belki de anlamazsın…” yine, her zamanki gibi temkinli olmaktan çok uzak tavırlar sergiliyordu. Oysa böyle ters bir cevabın onun hayrına olmayacağı gün gibi ortadaydı. Başına daha fazla bela almaktan kaçınması gerekiyordu, biliyordu ama halen daha kendisine gelebilmiş değildi ve sadece öfkesini kusabilecek bir hedef arıyordu. Kısacası bu adam, çok kötü bir zamanlamaya sahipti. “Sana hiçbir şey anlatmak zorunluluğum olduğunu sanmıyorum. Yanılıyor muyum?” derin bir nefes aldı. Az da olsa mantıklı düşünebilen tarafı doğrudan bu teklifi reddetmek veya adamın kendisine düşman kesilmesine sebep olacak şeyler söylemek yerine, en azından durumu sorgulaması gerektiği konusunda bastırıyordu. Oysa bir diğer yanı, hiçbir şeyi umursamadan, eline geçirdiği ilk şey ile bu adamı öldürmeyi istiyordu. Aslında, dünya üzerinde nefes alan her bir canlının ölmesini istiyordu. Eğer onun değer verdiği insanlar yaşayamıyorduysa, diğerlerinin de yaşamasına gerek yoktu. Onlar da ölebilirlerdi, hatta ölmeliydiler. Neyse ki mantıklı olan yanı baskın gelmeyi başardı ve kendisini muhtemelen olduğundan çok daha berbat bir duruma sokmaktan kurtardı. Veya en azından öyle olduğunu varsaydı. “Hem, başkalarına hayrına yardım edecek hiç kimse yoktur, bana yardım edebilecek olduğunu var saysak bile, kazancın ne olacak? İsteyebileceğin herhangi bir şeye sahip olduğumu zannetmiyorum.” Kelimeleri, sesi, mimikleri ve tüm varlığı ile duyduğu şüpheyi ve rahatsızlığı dile getiriyordu. Bunu engellemeye çalışmadı, kendisini saklamaya çalışsa bile başaramayacağını anlamıştı.
    İçindeki öldürme arzusu duyan Sage, öylece geriye çekilmemiş, sadece mantıklı tarafı tarafından yönlendirilmeyi kabul etmişti. Hala bir yandan karşısındaki adamı izlerken bir yandan da silah olarak kullanabileceği herhangi bir şey arıyordu. Görüşü bozmak için toprak veya hafif kesikler için ağaç kabukları… Beyninin bir kısmı tamamen bunları araştırmaya odaklanmış durumdaydı. Bir kez daha savunmasız yakalanmayacaktı. Bu adamın güçlü olduğunu hissediyordu. Yaşlı olsa bile zayıf olmadığını düşünüyor, daha doğrusu güçlü olduğunu seziyordu. Sezgileriyle hareket edecek birisi olmadığı gibi, onları tamamen görmezden gelecek kadar da salak değildi.

    Günümüz


    Soğuk bedenine çarparken, vücudunu istemsiz bir ürperti kaplamıştı. Uykuya dalmış olan bedeninin, rüyasında gördüğü nahoş anıların da etkisiyle iyice kanı çekilmiş, çarpan soğuk rüzgarla birlikte istemsiz bir kendisini ısıtma çabası içerisine girmişti. Kısa süre sonra üzerine düşen bir şey hissettiğinde, anında gözleri açılmıştı. Bu şeyin ne olduğuna bile bakmadan, üzerine gölgesi düşen kişinin olduğu yöne doğru kendisini çevirdi ve hızlı bir şekilde savunma pozisyonu aldı. Aynı anda bir eli belindeki hançeri kavramış ve saldırmaya hazır bir şekilde kınından çıkartmıştı ki karşısındaki kişinin kim olduğunu fark etti. Kalktığı sırada üzerinden düşen pike şimdi ayaklarını örtüyordu. Gözleri kızın yüzündeki korkuyu ayırt ettiğinde hızlı ama sert olmayan bir hareketle hançeri kınına geri soktu. Duruşunu düzeltti ve bilincinin de savaş durumundan çıkmasını bekledi. Kızın özrünü dinlerken içerisinde yükselen duygu onu korkuttuğu için hissetmesi gereken vicdan azabı değildi. Bir şey yaptıktan sonra özür dilemenin anlamı neydi? Yaparken bilinçli bir şekilde hareket etmiş ve tam olarak yaptığı şeyi kastetmişti. Madem bunun yanlış olduğunu düşünüyordu, o halde yapmamalıydı. Aynı şekilde madem bunun doğru olduğunu düşünmüştü, o halde özür dilememeliydi. Eğer ona ne yapmak istediği sorulsaydı, bu kızı görmezden gelmeyi seçerdi. Ne var ki, ona böyle bir şey sorulmayacaktı ve onu görmezden gelmek bir seçenek değildi. Yaşadığı dünyadan bihaber, kendi mutluluğu içerisinde en büyük sorunu içinde bulunduğu geminin güçlü yalpalar yapması olan bu aptallık derecesindeki duygusal kız, iyi geçinmek zorunda olduğu insanlar listesindeydi.

    Yüzüne daha önceden ayna karşısında çalışılmış, sahte bir gülümseme yerleştirdi. “Benim için endişelenmeye gerek yok. Birazcık soğuk havadan bana zarar gelmez.” Sözleri, ifade şeklinin aksine doğruydu. Soğuktan şikâyet edecek birisi değildi, asla lükse meraklı olmamıştı. Üşümenin ona bir zararı yoktu, eninde sonunda amacına ulaşmasını engellemediği sürece, hiçbir şey umurunda değildi. “Beni düşünmeden önce, neden kendin bir şeyler giymiyorsun? Hatta içeri girmek senin için daha iyi olmaz mı?Böylece beni de kendi halime bırakmış olursun da en azından biraz kafamı dinlerim. Diye içinden ekledi.
Sage Vian
Sage Vian
Devrimci
Devrimci

Mesaj Sayısı : 10
Kayıt tarihi : 14/12/13

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro] Empty Geri: Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro]

Mesaj tarafından Daisuke Shinro Ptsi Ara. 30, 2013 7:16 am

Heyecan gözlerini merak etmiş hazan derisini tanımlayan yerdeki kan kırmızı , kahve karışımı yaprak gizisi kayıp toprağın altttan alta ezilişini hissediyordu. Gözleri kapalı lerlediği bu yolda karanlık hiç bir şey göremiyordu; gözleri kulakları şu anda heyecandan kirlenmiş ve mühürlenmiş gibiydi. Garip bir iç güdü ile önce insanların olma olasılığının yüksek olduğu yere gitmeyi arzulamıştı. Adımları biraz korkak biraz cesur ancak temel temada heyecanla ilerliyordu. Yanında küçük kardeşi diyebileceği kişinin düşüncelerinden bi haber ilerliyordu.

Yapraklara bastıkça altındaki toprağın ıslak çiğ ile ezilişini hissediyordu, baharları hazan olan bir insan için dünya böyleydi. Bahar denince akla nisan gelirdi ancak artık tüm baharlar hazandı. Çocukluğunda Sage ile ormanı keşfederken olduğu zamanki gibi etrafı çıplak yapraklarla sarılıydı, güzel geçmişinin kemiklerinin en derinlerine kadar saldığı korku ile yaşaması gerekiyordu artık yattığı ranzada. Belini hafif ağrıtan sert tüyler, gerçi o yatağın içine ne tıkıldığı hakkında hiç bir fikri yoktu. Yerden yumuşak olduğu bir gerçekti ancak ne kadar daha rahat olabilirdi. Dönüp duruyordu üstünde, bir kaç aydan fazla mı olmuştu en son yıkandığı günden bu güne. Geçmiş ile bu gün arasında hiç bir şey açıklanamazdı. Dönüp durduğu yatağınde kaşıntıdan utanmadan bir kaç saniye önce gelli belirsiz gördüğü rüyasında o yaparakların hışırtısının garip belli belirsiz çıkmış sakallarını kaşırken. dönüp durduğu yatağında derin nefesleri arasında yürürken aynı nefesleri duyuyordu. Dizlerini eliyle destekleyen bedenini yataktaki kendi de hissedebiliyordu. Karışık rüyalarından uyanmak istemiyordu.

Az ilerisinde yürüyen Sage'i izliyordu gözleri, onun kadar heyecanlı olduğunu düşünüyordu ve bu ona bitmek bilmez bir enerji veriyor denebilirdi. Yaprak hışırtıları ve uzak rüzgarların kışa yaklaşan ıtırların solmadan önce misk yağı ile karışmadan hemen önceki kokularını burnuna getirdiğini hissediyordu. Belki de sadece hayal gücüydü ancak kışı hep sevmiştir sonunda bahar var diye. Sonbaharı da sevmiştir sonrasında kış öncesinde yaz olduğu için. Mevsimlerin hepsini severdi küçükken, hepsi farklı anlamlar taşırdı. Artık tek sevdiği mevsim Nisan'ın içinde bulunduğuydu. Yazın çok sıcak kalan mevsimlerde ise soğuktu hava. İkisini de sevmiyordu, bir türlü uyutmazdı soğuk, sıcaksa içini yakıp kavururdu. Nisan en güzeliydi, en güzel hatıralar ve hayallerle dolu olanıydı. Kiraz yapraklarının gölgesinde güneşlenmek ne kadar güzeldi, ne kadar basit mayhoş ve eğlenceliydi. Yada soğuk gölde nehirde yıkanıp sıcak güneşin altında uyumak, hepsi bir bir harika bir bütünü oluşturuyordu...

Yürüyen çocuğun ayaklarını takip ederek insanların daha çok olduğu yere gitmek istediğini belli etmişti zaten adımlarıyla. Ağır aksak garip adımlarla Sage'e yaklaşı ve ellerini iki omzuna vurup "Belki de adam bir seri katildir ve kafamızı yerinden kopartıp atar ha? Kehehhe! Belki de eskiden çok iyi bir korsandır ama bacakalrını bir deniz kralı yediği için kendine öğrenci arıyordur ve beni yanına alıp dünyanın en iyi kılıç ustası haline geririr haaa! Sugeee!" demişti garip  bir gülümseme ve ağzından akan salyalarla.

Kaşıntıdan yerinden kalkmış tek tük sakallarını kaşırken buraya nasıl ve neden geldiğini düşünüyordu. Bir anlık tereddüt sanki yaptığı onca şeyi bir hiç uğrunaymış gibi hissettirecekti. Korkutucu bir şeydi bu onun için iradesi yok denecek kadar azalıyordu gün be gün. Hala onu buraya getiren adamlara içten içe sövüyordu, bunu yapmamasının bir imkanı var mıydı? İmkansızdı... Denizin sesi hala kulağındaydı, rüzgarsız düz havada hiç bulut yoktu. Sadece dalgalar ve demirlemiş gemi vardı, demi titremişti. Bu demir atılma sesi olmalıydı, daha da derin bir nefes aldığı sırada şaşkınlıkla etrafına baktı. Rüzgarı pek hissedemiyordu, kürekleri mi vardı. Garip...

Denizi dalga kıranlar gibi geçerken sonunda biraz yalnızlık denebilecek sırada gençten bir teğmen gelmişti. Yüzü mahkeme duvarı gibiydi, normal bir insanın böyle bakacağını pek düşünmezdi. Mutlu yada mutsuz olurdu insan ortası pek mümkün değildi; yada karşısındaki basit kanıt gibi evet mümkündü. Adımın söylediklerini dinledikten sonra ne dediğini hatırlıyordu. Mantıklı mıydı, mantıksız mı bilmiyordu ama söyleyi vermişti.Sonra da derin bir nefes alıp gülümsemişti tekrar. ava fena değildi, gerçi kışın bulutsuz gecelerini andırıyordu gök yüzü. Acımasız...

yavaşça aşağı iniyordu on metreden, düşünce topukarlı ile değil ayak uçları ile yere düşecekti. Saf gülümsemesi hala yüzündeydi. İnsanlara basmadan yere indikten sonra aralarından zeybek oynar misali parmak ucunda seke seke ilerlemeye başlamıştı. Bu gün biraz daha mutluydu, en azından nereden geldiğini hatırlayacak kadar hafızası iyiydi ancak sürekli aynı şekilde ilerleyen tek düze hayatı onu nefret ettiriyordu kendinden. Bir şeylerin değişmesini istiyordu, belki temiz bir hava. Evde pişen krep ve çaydanlığın ıslık sesi. Çok güzel olurdu... Güzel bir kadehte şarap! Öğlen hafif hava serinken, evet güzel olurdu kesinlikle... Kendini selamlayanları aynı şekilde; hatta bir elini göğsüne koymuş ötekini geriye atıp serseri gibi selamlayıp yüzlerine güldükten sonra dizlerini hafif büküp bir fısıltı ile "Sabahınız umarım ki en azından evvel günkü kadar güzel geçer genç efendiler." demişti. Ardından başını kaldırıp yanlarına gitmişti "Elimden gelen mideme gitsin dostum." demişti Will'e bakıp başını eğdi.

Bu arada ne mi söylemişti şunun gibiydi sanırım "Tabi ki nefret edeceğim. Hiç açlık çekmedim ve bunu çektiğim her gün yemek yiyen ellerinize, susuzluk çekecek olursam boğazınıza ve bir gün aşık olursanız kalbinize en derin nefretlerimi sunacağım. Yanlış anlamayın, sadece çok anlamsız bir soruydu. Elbette sizin arkanızdan kötü konuşacağım. Güçsüz bir subayın ondan daha güçsüz birisini nasıl yakalayıp bir hücreye tıktığını unutmayacağım keheheh." diyecekti, evet evet tam olarak böyleydi.
Daisuke Shinro
Daisuke Shinro
Devrimci
Devrimci

Mesaj Sayısı : 4
Kayıt tarihi : 18/12/13

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro] Empty Geri: Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro]

Mesaj tarafından The Clown King Buggy C.tesi Ocak 04, 2014 11:58 am

Serin bir rüzgar uçarken geminin üzerinden özgürce, kızın eteği havalanmıştı, yüzü soğuktan mı yoksa az önce Sage'nin söylediklerinden mi kızarmıştı bilinmez ama gözleri dolmak üzere gibiydi, belki de uykusu gelmişti bu yüzden dolmuştu gözleri, ama gözleri ağlamıyor gülüyor gibiydi, garip bir şekildeydi ama sevimliydi, Sage için 10 yaş küçüktü belki ama bu kız aşıktı ona, Sage ya aşkın karşılığını verip kızı tatmin edecekti ya da koparacaktı umut zincirini...

Ama bunu hangi yolla yapacaktı, nazik olup kıza hiç bir şans olmayacağını mı açıklayacaktı, yoksa zalim bir şekilde bitirip kızı intihara mı sürükleyecekti? Kader ne planlamıştı bu kız için ve Sage'nin rolü neydi bu yazılmış senaryoda? Devamında neler olurdu? Kız intihar ederse babası nasıl bir yol izlerdi. Tabi ki Tanrı yazmıştı tüm bunları, ama Sage'nin vereceği en ufak bir karar tüm denklemi değiştirebilirdi. Tabi ki Tanrı Sage'nin vereceği en ufak kararı bile biliyordu, ama bilmeyenler izlesin diye oyunun oynamasına izin veriyordu...

Aynı zamanda Grand Line'da bir hapishanede...

"Sage her zaman ki gibi naziksin. Kaç kere söyleyeceğim, bu kafeste nazik olmak kurtarmaz bizi. Gidip biraz hayvanlık yapalım ve karnımızı doyuralım, diğer orospu çocuklarına ne olduğu umurumda değil." dedi Trao. Gerçekten de bir hayvanı andırmayan bir bedeni vardı, 3 metreye yakın boyu ve Daisuke'nin tahmin ettiği kadarıyla 300 kilodan fazla olmalıydı. Bu adam doymak nedir bilmez bir şeye benziyordu. Daisuke bu adamla birlikte gidip yemek yemeliydi, yoksa yiyecek bir şey kalmayacaktı. Gözleri kapıya kaydı, gerçekten de aşçılar kapıdan bir şeyler taşıyarak geçiyorlardı. Hipermetrop olduğu için uzaktaki kapıyı daha iyi görebiliyordu, neredeyse 4 aydır yemek vermemişlerdi ve isyan çıkmak üzereydi çünkü kattaki tüm zulayı patlatmışlardı. Daisuke'nin eski hatıralarından bildiği kadarıyla aşçılar kata geldiyse yemek gelecekti. İlk geldiği zamanı hatırladı Daisuke, körpe bir gelin gibi hiç bir şey bilmiyordu, sürekli dayağa maruz kalıyordu, yerde yatıyordu ve açlıktan ölmek üzereydi. Bu hapishanede ölmen ve ya yaşaman kimsenin umurunda değildi. Ama Trao Daisuke'ye yardım etmişti, işlerin nasıl döndüğünü anlatmıştı. Eğitmiş güçlenmesine yardımcı olmuştu. Sonra Han ve Will katılmıştı çeteye ve bu ölüm kapanında bu dörtlü kontrolü almaya çok yakınlardı. En azından bu katın. Eğer yeterince sorun çıkarırlarsa bir alt kata gitmeye hak kazanacaklardı. Daha az iş, daha az yemek demekti bu ama en azından gardiyan dayağı son bulacaktı. Tabi sorun çıkarmayı kesip uslanırlarsa bu katta kalmaya devam edebilirlerdi.

"Belki yemekleri çalabilirsek bu sefer cehenneme bir adım daha yaklaşabiliriz. Kninini. Cehennemi hayal ediyorum, tropikal ada gibi sürekli 34 dereceymiş. Hiç gardiyan yokmuş ve ayda bir yemek veriliyormuş. En alt kata ineceğimiz gün gelecek mi Trao-sama, Sage-san?" dedi zayıf ve çelimsiz Han. Bir fare gibi görünüyordu, ama onun marifetini görmüştünüz, fare gibi sessiz ve çok hızlı bir hırsızdı. Yemek çalarken hep faydalı oluyordu. Bu yüzden gruba dahil etmişti belki Trao. Ayrıca bu deliğe düştüğünden beri yerde yattığı bir gün olmamıştı. Sürekli yatak kapmayı başarabiliyordu, insan üstü bir hızı vardı. Etrafında olaylar gelişirken ve Sage diye seslenirlerken Daisuke'ye aklı ister istemez geçmişe kaydı...

Troa:

Han:

Will:
12 Yıl önce...

"Tabi ki nefret edeceğim. Hiç açlık çekmedim ve bunu çektiğim her gün yemek yiyen ellerinize, susuzluk çekecek olursam boğazınıza ve bir gün aşık olursanız kalbinize en derin nefretlerimi sunacağım. Yanlış anlamayın, sadece çok anlamsız bir soruydu. Elbette sizin arkanızdan kötü konuşacağım. Güçsüz bir subayın ondan daha güçsüz birisini nasıl yakalayıp bir hücreye tıktığını unutmayacağım keheheh." demişti Daisuke. Duygusuz Teğmen'in gözlerinde birden bir ateş çıkmıştı, sol kaşı kalkmış ve dudakları seğiriyordu.

"Belki de seni hemen burada öldürmeliyim ha? Ne dersin? Piç." diye bağırdı birden, az önce ki sessizliğine ve yüzüne ilginç bir tezatla. Sonra tekrar sakinleşti ve oturdu. Yüzü aynı ifadesizdi, buharlar çıkarken gemi titremeye devam ediyordu. Tekrar konuşmaya başlayacaktı ki bir er Teğmen'in yanına gelip selam durdu.
"Efendim, bir korsan gemisi tespit edildi, flaması kontrol edilince toplam değeri, 730.000.000ß olan Gordal korsan tayfası olduğu anlaşıldı. Saldırıya geçmemizi ister misiniz?" dedi.

Teğmenin yüzü bıkkın bir ifade almıştı şimdi.
"Salak mısınız? Burada bir savaşa girersek ne olur sanıyorsunuz? Kral'a bırakın onu. Birazdan karnı acıkınca ilgilenir onlarla. Şimdi beni yalnız bırak."
"Emredersiniz."

Tekrar sana döndü, yüzünde ki bıkkın ifade hala yüzündeydi. Gözlerini kısmış, dudağını ısırıyordu. Eline bir hançer aldı ve çevirmeye başladı. Belki de gerçekten aklında Daisuke'yi öldürmeyi planlıyordu.
"Sistemin suçu benim değil. Eğer gerçekten Tanrı varsa bu yaptıkların yüzünden ben lanetlenmeyeceğim, bu olanların sorumlusu ben değilim. Girdiğin delikten çıkamayacaksın nasıl olsa, bu sistem değişecek. Efendim değiştirecek bu sistemi. Ütopyayı birlikte kuracağız. Sen ise o delikte çürüyeceksin, istediğin kadar lanetle beni. Diğer tarafta ödeşiriz." dedi sessizce. Eğer rüzgar esseydi bu lanet yerde asla duyamazdı bu adamı. Daisuke geminin döndüğünü hissetti, az önce erin bahsettiği korsan gemisini görebiliyordu. Çapraz kemikler yerine kılıç ve asa vardı. Kuru kafa ise uzun sakallıydı. Sağ gözünün üstünde bir yara vardı. Kaptan'ı kafasında canlandırdı Daisuke. Sonra bir sihir numarası oldu. Gemi vardı ve sonra yoktu. Belki de hayatında gördüğü en büyük canlıyı görmüştü Daisuke. Koca gemiyi tek seferde yutan Kral doymuş bir şekilde baktı gökyüzüne ve şükranlarını sunarcasına Tanrı'ya bağırdı. Haykırdı, ve gemi titredi. Tüm dünya titredi sanki...

West Blue'da bir ormanda...

"Seni bir süredir izliyorum çocuk. Aslında patronum burada ilgimi çekecek bir şey olduğu söyledi, sanırım konu buydu, amacını amacımıza katmak istersen sana yardımcı olabilirim belki, tabi bu hayatta her şeyin bir karşılığı vardır. Sen de bize yardımcı olacaksın, şimdi beni dinlemek istersen sana biraz anlatayım." deyip daha Sage cevap vermeden devam ediyor gizemli adam.

"Biz bu dünyadaki sistemi ve yozlaşmış hükümeti devirmek için bir araya gelmiş bir organizasyonuz. Az önce arkadaşına yapılan gibi yanlış kararların olmayacağı, masum insanların huzur içinde, yaşayabilecekleri bir hükümet için uğraşıyoruz. Az önce kendine kızdığın gibi hiç gücün yok, ama bize katılırsan önce güçlenmeni sağlayıp sonrasında, arkadaşını kurtarmana yardım edebiliriz." dedi ve cebinden bir zippo çıkardı. Sage'den cevap beklerken öylece çeviriyordu elinde zippoyu.

23 yıl önce...

Oduna çarpan çelik sesi siz yaklaştıkça artıyordu. Merak tehlike miydi? Yoksa bir fırsat mı keşfetmek üzereydiniz? Biraz ilerleyince bir kılıcın parlaması dikkatinizi çekiyordu. Sonra 2. bir kılıç. Güzel bir kılıç ustası 2 kılıcıyla öyle ahenk içinde dans ediyordu ki bu bir gösteri olsa kesinlikle sanat olurdu. Kendi etrafında dönüp elindeki 2 kılcıı bazen havaya atıp bazen tutarken rakibinin yaptığı tek şey savunmaktı. Elindeki odundan kalkan paramparça olmuştu. Yerde kalkandan fırlayan parçaları görebiliyordunuz, kalkanı tutan adamın dizine gelecekti neredeyse yığılan parçalar. Elinde ise hala 1 metre kalınlığında bir kalkan tutuyordu. Genç kılıç ustası parçalamaya devam ediyordu kalkanı. Bir anda 3. bir ışık çıkmıştı ortaya ve ses yoğunlaşmıştı. Nereden çıktığı belli olmayan 3. bir kılıç şova dahil olmuştu. 3 kılıç havada dönerken her seferinde 2 tanesini tutan kız kalkanı parçalamaya devam ediyordu. İlginç bir manzara olduğu kesindi...
The Clown King Buggy
The Clown King Buggy
Anlatıcı&Onaylayıcı

Anlatıcı&Onaylayıcı

Mesaj Sayısı : 171
Kayıt tarihi : 02/11/13

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro] Empty Geri: Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro]

Mesaj tarafından Sage Vian Çarş. Ocak 08, 2014 2:33 pm


    Sage emindi ki, eğer Tanrı denilen bir varlık varsa, şu anda onunla dalga geçiyor ve bundan keyif alıyor olmalıydı. Neden düşünmesi gereken daha önemli şeyler olduğu halde bu gereksiz kızla ve onun acınası duygularıyla uğraşmak zorunda kalıyordu ki? Ondan nasıl kurtulabilirdi, nasıl kendisini rahat bırakmasını sağlayabilirdi? Eğer bu kız karşısında duran sarışın adamın gerçekten nasıl birisi olduğunun farkında olsaydı, muhtemelen onunla aynı gemide olmaya bile dayanamazdı. Belki korkudan, belki öfkeden, belki duyacağı tiksintiden… İnsanlar için, diğer insanları küçümsemek, nefret etmek veya öldürmek kabul edilebilir şeylerdi. Çünkü her ne durumda olursa olsun, bunlar insani duygulardı ve o kişiye karşı ne kadar olumsuz duygular besliyor olsa da, bu onun varlığına bir değer verdiğinin kanıtı olurdu. Sage için durum farklıydı. Canlı veya cansız tüm varlıklar onun için birbirlerinden farksızdı. Nefret ettiği veya değer verdiği çok az şey vardı. Aynı şekilde ne karşısında duran kız nede onun kendisine karşı hissettiği herhangi bir duyguyu umursamıyordu. Yine de, madem kurtulamıyor veya başından atamıyordu, o halde bu durumu kendi yararına kullanmayı denemeliydi.

    Hızlıca üzerindeki ceketi çıkartıp kızın etrafına sardı. Bunu yaparken de kasıtlı olarak ona gereğinden biraz fazla yaklaşmıştı. Bir saniyeden kısa süre öyle durduktan sonra hafifçe eğilerek yüzünü genç kızın gitgide daha da kızaran yüzüne yaklaştırdı. “Bilirsin, kendimi tekrarlamaktan pek hoşlanmam. Neden beni üzmekten vazgeçip içeriye girmiyorsun.” Sert veya kaba olarak nitelendirilmeye müsait kelimelerini, sesine kattığı hafif bir sıcaklık ve yüzüne yerleştirdiği belli belirsiz şefkatli ifadesi ile yumuşatmıştı. Bu kızın tüm hareketlerinin bir rolden ibaret olduğunu anlayabileceğini düşünmüyordu. Şayet onu yanıltıp da bunu anlamayı başarırsa, belki o zaman gerçekten ilgisini çekebilirdi ama bu ilgi muhtemelen pekte isteyeceği türden olmazdı. Senden asla bana âşık olmanı istemedim. Asla bana güvenmeni de söylemedim. Bunlar kendi seçimlerin ve bu yüzden, kendi kendine kafanda tasarladığın o mutluluğu yok ettiğimde beni suçlamamalısın. Bir gün yaşayacağın acının da, hayal kırıklığının da tek suçlusu kendin olacaksın. O anda aklından geçenler, dışarıya yansıtmaktan özenle kaçındığı bu düşüncelerdi. Kaderin ne hazırladığını bilmiyordu ama bu zavallı kızınkinde mutluluk olamayacağını biliyordu. Ne acınası bir varlık ama…

    ***

    Adamın konuştuğu süre boyunca ne düşünmesi gerektiğini bilmeden dinlemişti. Gerçekten dünyada böyle insanlar var mıydı? Masum insanların huzuru mu? Hangi ütopyada yaşıyordu bu yaşlı adam da böyle düşünebiliyordu. Dünya üzerinde masum kalıbına uyan kim vardı ki? Dahası öyle birisi varsa bile, hiç tanımadığı o insanın huzurlu bir hayata kavuşmasını neden umursuyor olabilirdi ki? Bir şeyden emindi ki, o yararına savaştığını söylediği insanlar dönüp karşılarına çıksa yüzlerine tükürmekten fazlasını yapmazlardı. Ancak bir aptal nesli tükenmekte olan bir türü kurtarmak için hayatını harcardı. Bu adam nasıl oluyordu da böyle anlamsız şeyler söyleyebiliyordu, merak etmişti. Kafası çalışan birisine benziyordu, güç sahibi olduğu da barizdi. Ne için… Yaptıkları ve yapacakları ne içindi? İnsanların önüne altın tepside huzuru ve refahı sunsan bile dönüp bu huzur ortamını yıkmanın yollarını ararlar, öyleyse onlara bunu sağlamanın ne anlamı vardı? İnsanlar rahat etmekten hoşlanmazlardı, kısa süre sonra bundan bıkar, yeniliklere yöneliklerdi. Ve bu yenilikler, asla yanında huzur getirmezdi. Hayır, insanların var olduğu bir dünyada huzurdan bahsetmenin hiçbir anlamı olamazdı.

    Gözlerini kapattı. Düşünüyordu, ne cevap vermeliydi? Onu reddetmenin kendisine ne yararı olurdu ki? Güçlenmesi gerekiyordu ve tek başına güç elde etmesi bir hayli zor, hatta muhtemelen imkânsızdı. Kendisine güç vaat eden bu adamı reddetmesinin hiçbir anlamı olmayacağına karar verdi. “Senin kadar iyimser değilim, olmak istesem bile olabileceğimi de zannetmiyorum. İnsanlara huzuru getirmekle ilgilenmiyorum, masumları korumakla da öyle. İlgilendiğim tek şey hak edenlerin acı çekmesini, yaptıklarından pişman olmasını sağlamak. Bunu en çok hak edenler de hükümet ve onun köpekleri.” Kısa bir süre durdu. Konuşurken farkında olmadan sıktığı yumruklarını ve öfkeyle kasılmış olan çenesini gevşetmek için derin bir nefes aldı. Bu öfke, onun zayıflığıydı, kurtulması gereken bir zayıflıktı. “Sanırım bunu bir evet olarak sayabilirsin.

    ***

    İlerledikçe kulaklarında yankılanan ses giderek artıyordu. Bir süre sonra bu seslere belli belirsiz bir parıltı da dâhil oldu. Gözlerini bu parlaklığa sabitlemiş, ayıramıyordu. Seslerle birleşince hipnotize edici bir ahenk oluşmuştu. Elindeki kılıçlarla dans eden bir kadın görüş mesafelerine girdiği ana kadar neredeyse gözlerini bile kırpmamış olduğunu fark etti. Kadının varlığı ise bir yandan merakını uyandırırken bir yandan da onu rahatsız ediyordu. Metal sesinin doğal olamayacağını, burada bir insan bulacaklarını biliyordu ama bilmek ve görmek arasında kesinlikle büyük bir fark vardı. Daha önce hiç bu şekilde düşündüğünü fark etmemişti ama bu ormanın içerisinde yabancı bir insanın bulunuyor oluşundan hoşlanmıyordu. Daha önce ormanın içerisinde ailesinden başka gördüğü tek kişi Daisuke olmuştu ama o farklıydı. Onun burada olmasından rahatsızlık duymuyordu. Bu kadın ise sadece burada bulunuşuyla değil, kendinden emin ve güçlü hareketleriyle de annesini andırıyor oluşuyla da onu rahatsız ediyordu.
Sage Vian
Sage Vian
Devrimci
Devrimci

Mesaj Sayısı : 10
Kayıt tarihi : 14/12/13

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro] Empty Geri: Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro]

Mesaj tarafından Daisuke Shinro Cuma Ocak 10, 2014 7:39 pm

Koca adam Trao'nun söyledikleri bir şekilde onu hem mutlu etmişti hemde üzmüştü ancak bir o kadar da düşündürmüştü bu karmaşanın ortasında. Hala böyle davranıyordu ancak bir anlamı var mıydı? Anlamlı veya anlamsız hayat bir şekilde ilerliyor su yolunu buluyordu yerdeki çatlaklar arasında; herkes biraz daha iyi olmaya çalışıyordu. Her gün ağlıyordu aslında ancak bunu göstermemek için gülümsemelerinin içine gömüyordu. Umut garip bir şeydi. Onu hem ilerlemeye iten en büyük güç hemde onu en güçsüz kıran şeydi. Yaşamasını sağlayan tek şey umutları olmalıydı. Bir gün gelecek ve adı söylenecekti, güneşin teninde dansını yine hissedecekti.

Yüzünde bırakmak istemediği ve elinden bir defa daha kaçırırsa hiç geri alamayacağını düşündüğü gülümsemesi vardı, tereddüt etmesine gerek yoktu. Sadece karnı açtı, sabahları böyle şeyler düşünmeye başka ne itebilirdi ki onu? Dört aydır neredeyse yemek yememişlerdi, yedikleri de karnı doyuracak tipten şeyler değildi. Aslında işlerin bir süre daha şekilde ilerlemesi onun gizli planı için iyi olabilirdi. Kimseye söylemiyordu ancak bir kaç yıldır içinde kaldığı hapishane hakkında bir şeyler biliyordu. İzlemeyi ve susmayı öğrenmişti burada, nereden gelir nereye gidilir izlemişti gözleri. Bir isyanı kolayca bastırırlardı ancak bu sırada nereye gitmesi gerektiğini düşünürdü. Bir gün burada bir şeyler değişecekti, değişmesi gerekirdi.

Yüzündeki güzel ifadesi ile konuşan hana karşılık olarak kendisi de gülümsemişti. Söyleyebileceği fazla bir şey yoktu ancak yaptığı iğrenç espriyi de yermek istemiyordu. Dostça bir şekilde yavaştan Han'ın sırtını sıvazlamıştı "Her şekilde cehennemdeyiz zaten, bir kaç adım daha yere düşmek pek korkulacak bir şey değil heheh." demişti yüzünde garip bir ifade ile. Gözleri eskiyi arar gibi olmuştu, dolu dolu bakıyordu yakına buğulu bir görüşü vardı yakınlarına karşı. Yüzünden gülümsemeyi eksik etmek istememişti, belki de koca adamın onu kurtarmasının sebebi buydu. Elden ayaktan düşmüş birisine neden yardım ederdi ki burada bir insan. "Peki şimdi ne olacak." demişti etrafı izlerken sessiz bir şekilde.


__________________________________________


Duygusuz insanların bile duyguları vardır, sadece görünmek istedikleri kişiler duygusuzdur diye bir şeyler gelmişti aklına. Bunu söyleyen bir kitap kahramanıydı, beyaz saçları olan elleri yara bere içinde gezen duygularının olduğunu keşfetmeye çalışan küçük bir çocuk. Her şekilde oğlan fark ediyordu, önemsediği şeyleri aslında bir bakıma da sevdiğini; ve çok geçmeden farkına varıyordu kaybettiklerinin ne kadar önemli olduğunu.

Karşısında ona boş bakan gözler bir anda palazlanmış ve alnın ortasına doğru bir yay çizmişti kaşıyla. Duru görüntüsü artık o eski saf bakışları değil tersine öfke kusan güzel mavi gözlere dönüşmüştü. Güzellerdi çünkü artık karşısındakinin bir insan olduğunu söyleyebilirdi Daisuke. Onu öldürmesi gerektiğini söyleyince küstah bir şekilde fısıltılar eşliğinde kendi kendine "Görev adamları görevini yapar. Tek parça gitmem gerekiyorsa; masumiyeti umursamayan birisi eminim beni tek parça götürecektir." demişti. Adamın duyduğunu sanmıyordu keza söyledikleri bir kaç saniye veya dakika sonra gelen teğmenin söylediklerinin arkasına saklanmıştı. Korkusuz gibi görünmeye çalışıyordu ancak kendisi de farkına varmıştı bir şeyin, istemsizce küstahlığının duyulmasını engellemek istiyordu.

Uçuk fiyatlı bir korsandan bahsetmeye başlamışlardı, Kral'dan bahsetmişlerdi. Şu çocuk masallarındaki deniz yaratıklarından olabilir miydi bilmiyordu ancak gözlerini açıp gök yüzünü seyretmeye başladığında siyah dumanların farkına varmıştı. Siyah duman neydi? Bunu bilmiyordu ancak onun takıldığı şey bunlardan hiç birisi değildi onun takıldığı şey adamın sükunetiydi. Anlamsızcasına deli cesaretini sergiliyordu. Bir kaç dakika sonra saçmalıkları bittikten sonra az ötede ufuk çizgisinde küçük bir çizgiyi sonra bayrağı görecek kadar yakınlarına gitmişlerdi. Çıplak gözle bayrak görmek epey zor bir iş olsa gerek ancak onun yarı kusurlu gözleri bile bu işi başardığına göre epey yakın olmalılardı. Sonuçta havada rüzgar da yoktu bayrağı veya yelkenleri görmek bu rüzgarsız havada imkansız olmalıydı. Hiç bir aklı başında kaptan rüzgar yokken değerli yelkenlerini açık bırakmazdı, hem iş gücü hemde yamamak için masraf demek değil miydi? Her neyse...

Bir kaç dakika sonra uzaktaki demi bir varmış bir yokmuşa dönüştü. Yedi yüz otuz milyon gibi uçuk bir rakama hatta öyle ki sekizler olarak anılan korsanların büyük bir kısmının yaklaşamayacağı bir kafa ödülüne sahip adam yok olmuştu. Tam bir aptal olmalıydı ona bu pahayı biçenler, yüzlerce insan öldürmüş adaları ve kasabaları katletmiş bir adam ti kadar bir yaratığa yenilmişti ne gülünç ancak bunlar Daisuke için daha da büyük bir haz demekti. Sonuçta daha önce hiç bu kadar büyük bir yaratık görmemişti. Hiç bir şey söylemeden izlemişti olanları, her şey bittikten sonraysa izlemeye devam etmişti.



__________________________________________


Tahtayı döven demir sesleri ne de güzeldir, insana yaşadığını hissettirirdi. Ölümle yaşam arasındaki çizgiyi belirleyen şey sadece bir tahta parçası ne kadar da ilginç! Hep bu şekilde düşünmüştü kılıçları ve kalkanları. Birisi insanı korur öteki öldürürdü. Kılıç ustası birini koruyamazdı Daisuke'nin gözünde. Kılıç bir silahtı ve kılıç ustası öldürme sanatını icra eden kişiye verilen isimdi.

Bir kaç adım sonra karşılaştıkları manzara çok ilginçti, kılıcın yansıttığı güneşin gözlere girip çıkması ile kamaşıyordu bakışları. Her seferinde biraz daha derinleşiyordu bakışları ancak göremiyordu tam olarak ne olduğunu. İçindeki o hayvani dürtüyü bastıramıyordu. Bir kaç saniye sonrasındaysa ışığı kıran başka bir kılıç gözüne çarpmıştı. Ağzının suları akıyordu heyecandan, ilk defa güzel bir kadının bu şekilde kılıç kullandığını görmüştü. Gözlerini alamaz olmuştu ah ne de güzeldi kılıçlar ve kadınlar. İçinden iki güzelliğin arasına girmek geçiyordu ancak tepede parıldayan bir kılıç daha görmüştü. Kadın kılıçlar ile parçalıyordu bir metre kalınlığındaki nasıl bir kalkansa iki ağaçtan yapılma kalkanı tutan adam sadece kendini koruyordu. Arada artık bir kağıt parçası yoktu dağlar tepeler vardı karşılarında. Kadının parçalaşıda aklına bir soruyu getirdi "O zaman baltalar neden var?" bunu sesli söylemişti istemsizce; ancak merak etmişti. Babasına sorduğunda kılıçların her şeyi kesebileceğini ancak tahtanın onları körelttiğini söylemişti. Ne büyük yalanmış, aha da hatun param parça ediyor işte.
Daisuke Shinro
Daisuke Shinro
Devrimci
Devrimci

Mesaj Sayısı : 4
Kayıt tarihi : 18/12/13

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro] Empty Geri: Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro]

Mesaj tarafından The Clown King Buggy Paz Ocak 12, 2014 12:01 am

Sage kıza en uygun cevabı vermişti belki, bu durumda onu kurtaracak cevap buydu, güneşte onaylar gibi bir yarısını bulutların arkasından çıkarıp göz kırpmıştı Sage'ye, rüzgar dinmişti biraz, kızın yüzü kızarırken, Sage'nin aldığı nefes kızın yüzüne değip daha fazla utanmasına ve imkansız olsa da daha fazla kızarmasına neden oluyordu. Kız güçten güçmüş gibi sarsılmıştı ki, bir ses kendisine gelmesini sağlamıştı. Sert ve ağır bir sesti, "Sara!" diye seslenmişti usulca, "Üşümek istemiyorsan içeri gir kızım." Geminin en yetkilisi odasından çıkmış, geminin üst katından, demirliklere doğru yürürken git gide büyüyordu sanki. Demirliklere elini koyup, diğer elini kılıcının üzerine bastırmıştı, kılıcı 1.5 metre boyunda olmalıydı. Kendisi ise 3 metre kadar olmalıydı. Kız içeri girerken babası Sage'ye sert bir bakış attı. Sonra yumuşak gözlerle, kızının içeri girmesini izledi, kız bir an geri dönüp heyecanla Sage'nin ceketini geri verdi, dönmeden önce heyecanlı ve duygu dolu bir bakış atıp, tekrar yere bakarak odasına giden patikayı izledi. Kız odaya girdikten sonra sert rüzgar başlamıştı tekrar, az önce ki güneş molasında terleyen Sage bu rüzgarda üşüyebilirdi. Sara'nın babası Stee Sage'ye tekrar aynı sertlikle bakıp, "Sizinle konuşmak istediğim bir konu var, odama gelir misiniz?" demişti ve cevabı beklemeden dönüp odaya girmişti...
------------------
Daisuke Tarafında;

Trao Han'a "İp numarasını yapalım." demişti, Han onaylayıp gözden kaybolmuştu. Sonrasında Will ve Daisuke'ye dönüp, "Sage ve Will siz karşı tarafa gidip ipin gelmesini bekleyin, ben diğer taraftan tutacağım, biliyorsunuz ki hataya yer yok." deyip bir köşeye doğru yürümeye başlamıştı. Will ise aksi yönde yürümeye başlamıştı. Taraflar yerlerine ulaştığında bir peri bir ipi taşımaya başlamıştı sanki, ip havada görünmez bir peri tarafından mahkumların arasında dolaşıyordu, gardiyanlar ise duvarlara yaslanmış şovun tadını çıkarıyorlardı, ip mahkumlar arasında iki üç kere geldikten sonra, Trao işareti verip ipi bir tarafından çekmeye başlamıştı bu sırada ipin diğer ucu, Daisuke ve Will'e gelmişti, Will heyecanlı bir şekilde, "Tüm gücünle Sage-san yo, çek hadi pislik!" diye bağırmıştı. Trao fazla güç uyguluyor gibiydi, Will'i iple birlikte çekecek gibi duruyordu...
----------------
12 yıl önce...
Sage tarafında;

"Hak edenleri, yani hükümet ve köpekleri dediklerine pişman etmeden önce , hak etmeyen masum insanları, korumayı öğrenmen lazım, sanırım sana nasıl empati kurman gerektiğini öğreterek başlayacağım. Sen değil, başka biri senin yerinde olsaydı ve kardeş gibi gördüğü biri tamamen yanlışlıkla yakalansaydı, bu konu seni nasıl etkilerdi. Benim başıma gelmedi nasıl olsa deyip üzülmez miydin? Yoksa senin de başına gelebileceğini düşünüp birazcık olsa üzülür müydün? O nefret ettiğin hükümet ve köpekleri dünyada herhangi bir insana her hangi bir kötülük yapabilirler ve bu herhangi bir kötülük aynı zamanda sana da yapılabilir. Yanlış yanlıştır, evrenseldir, sana yapılanı yanlış görüp, başkalarına yapılanı umursamamak bencilliktir. Cevabım evet diyorsun ama bu tek taraflı değil, başka insanları umursamalı ve korumak istemelisin, yoksa bizim tarafımızda yerin yok." demişti ve elindeki zippoyu açmıştı. Çakmağı çekip ateş yakmıştı, harlanan ateşi izlemeye başlamış senin cevabını bekliyordu. Gözleride çakmak gibi alev alev yanıyordu.

Daisuke tarafında;

Bir süre daha konuşma geçmemişti, Teğmen öylece dalmış göz rengindeki denizi izliyordu. Titreyen gemiden çıkan duman kokusu burunlarınızı dolduruyor, saatlerdir aç olduğun için biraz midesini bulandırmıştı bu durum Daisuke'nin. Teğmen çok kötü birine benzemiyordu. Belki Daisuke yemek isterse, Teğmen yemek verebilirdi. Bu sırada gemiyi haber veren er geri gelmişti, selam durup "Efendim, Calm Belt'ten çıkmak üzereyiz, izlemek istediğiniz bir rota var mı? Yoksa mahkumu yeni evine mi götürüyoruz?" diye sormuştu. Teğmen bir süre cevap vermemişti, belki düşünüyordu, belki de gözleri açık uyuyakalmıştı. 5 dakika belki 10 dakika sessizlikten sonra cebinden loge pose çıkarıp, "Bakalım kaderim beni nereye götürecek." demişti ve teğmene vermişti. Teğmen şaşkın ama alışkın bir ifade ile loge posu alıp içeri geçmişti...

------------------------------------
23 yıl önce...

"Çünkü baltalar oduncular içindir, sanatçılar kılıç kullanır. Sadece izle." demişti birden ortaya çıkan gizemli adam, şaşkınlıkla arkanıza döndüğünüzde en büyük insanı görmüştünüz sanki, dev gibiydi ve boyundan aşağı kalmayacak cüsseye sahipti. Nazik bir tipi vardı, zararlı birine benzemiyordu, gözleriyle kılıç ustasını işaret etti. Tekrar dönüp baktığınızda kılıç ustası havada döndürdüğü 4 kılıcın, 2 sini yere saplayıp tuttuğu 2'sini çapraz şekilde tutup 15-20 metre geriye zıpladı ve kılıçları savurdu, kalkanı tutan adam son anda kalkanı havaya atıp kenara kaçmıştı. Kılıçtan çıkan beyaz- mavi ışık huzmesi kalkanı 4 parçaya ayırıp yolundaki, 4-5 ağacı paramparça etmişti. Bu kadın çok güçlü ve güzel görünüyordu...
The Clown King Buggy
The Clown King Buggy
Anlatıcı&Onaylayıcı

Anlatıcı&Onaylayıcı

Mesaj Sayısı : 171
Kayıt tarihi : 02/11/13

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro] Empty Geri: Uzun yol[Sage Vian-Daisuke Shinro]

Mesaj tarafından Sage Vian Çarş. Ocak 15, 2014 12:35 pm

Gürleyen sesi duyduğu anda, duruşunu ve ifadesini değiştirmişti. Vücudunu dik, elleri arkasında, askeriyenin rahat komutundaki duruşuna benzese de daha az kasıntı bir şekilde duruyordu şimdi. Yüzünde her zamanki gibi pek bir ifade yoktu, daha çok bir şeyi izliyormuş gibi duruyordu. Sanki gökyüzünde, görünmeyen bir şeye bakıyormuş gibi, bakışlarını boş bir noktaya sabitlemişti. Bir süre, Sara kendisine ceketini vermek için gelene kadar pozisyonunda ve yüz hatlarında hiçbir değişiklik olmadı, hiçbir tepki vermedi. Sadece ceketini kızdan alabilmek için bir kolunu uzattığı sırada hareket etmişti. Ceketini aldıktan sonra da giymek yerine kolunu askı olarak kullanıp, ceketi düzelttikten sonra o şekilde tutmayı tercih etti. İşin aslı kızdan kurtulduğuna ve ceketini geri alabildiğine memnundu ama üst rütbeli birisi ile uğraşmak zorunda kalmak da çok hoşuna gidiyor denilemezdi. Aptal, duygusal bir veleti kandırmak kolaydı. Peki, eğitimli ve tecrübeli bir adamı? Bunun cevabını pek yakında öğrenmek zorunda kalmak istemiyordu ama görünüşe göre durum tam olarak bu yönde ilerliyordu. Kendisini takip etmesi söylendiğinde de, sadece duyduğunu ve anladığını onaylayan bir şekilde “Tamam.” demekle yetindi ve adamın peşi sıra yürümeye başladı.

***

Adamın konuşmasını, yer yer sinirlenerek ve yer yerse ciddi anlamda söylediklerini kafasında tartarak, dinledi. Bir başkasının başına gelseydi ne hisseder, ne düşünürdü? Şu anda bu soruya verebilecek bir cevabı yoktu. Gerçekten bilmiyordu. Bu soruya ancak tüm bunlar olmadan önce objektif bir cevap verebilirdi, şu anda vereceği cevap, gerçek cevabı olmazdı, olamazdı. Olayı başına gelmeden önce ve sonra aynı şekilde değerlendirmesi imkânsızdı. Bunu başarabilecek bir insanın varlığından bile şüpheliydi.

Aklından geçen, en çok merak ettiği şey ise başkaydı. Bu adamın konuşmalarında onun için eksiklikler vardı. Aynı frekansta olmadıklarını fark etti, belki aynı şeyden bile bahsetmiyorlardı. Ayrıca bir şeyi daha merak etti, bu dünyada masum tanımına uyan bir insanın var olup olmadığını… “Sorduğun soruya şu anda ne cevap verirsem vereyim, buna gerçekten inanarak söylesem bile, cevabım gerçekleri yansıtmayacaktır.” Kısa bir an durdu. Gözlerini adamın gözlerine dikti. Sage kesinlikle korkak birisi değildi, maalesef ki değildi. Olsaydı, şu anda çok daha farklı bir durumda olurdu. Kim bilir, belki çok daha iyi bir durumda! “Sadece merak ediyorum… Masum dediğin nedir? Ben veya O, masum muyuz? Peki ya sen, öyle misin? Bana gösterebileceğin, bu kelimeye uyan kimse var mı? Masum dediğin şey, kişi, nedir, kimdir? Var olmayan bir insanı korumak için hayatımı riske atmamı bekleme benden! Onları korumamı istiyorsan önce varlıklarını kanıtla.” Belki gereğinden fazla soru sormuştu. Belki söyledikleri doğruydu, belki de değildi. Şu anda ne düşündüğünün kendisi bile farkında değildi. Korumak isteyebileceği bir insan yoktu. Çünkü ona göre, insanların hiç birisi masum değildi. Hepsinin suçu vardı, hepsinin yanlışları vardı, hepsinin içerisinde kötü niyet vardı. Mesele bu kötü niyeti dışarı vurup vurmamak değildi, buna sahip olmak bile yeterliydi. Sonuçta bu niyet içerisinde var olduğu sürece, eline fırsat geçerse suç işlemeyeceğini hiç kimse garanti edemezdi. Hayır, bu dünyada masum insan yoktu. Şayet varsa bile, dünyanın karanlığı içerisinde yok olur, öldürülürdü. Öyle birisinin yaşamasına, bu dünya izin vermezdi. Daisuke'yi korumak istemesi veya onun intikamını almak istemesi farklı bir durumdu. Onun da masum bir insan olmadığını biliyordu ama sonuç olarak daha çocukken bile onun hayatını kurtarmış ve her zaman onun yanında olmuş birisiydi. Bu yaşanılan olay olmasaydı bile, o onun kardeşiydi. bu yüzden korumak istediği tek kişi de oydu.

***

Önündeki gösteriye odaklanmışken, duyduğu sesin nereden geldiğini algılamakta güçlük çekmişti. Gecikmeli olarak arkasını döndüğünde karşısında var olduğuna inanmadığı bir tür gördüğünü sandı. Dev? Hayır hayır, devler sadece masallarda olur. Dev diye bir şey yoktur! Diye tekrarladı kendi kendine. Düşüncelerini desteklemek için birkaç kez başını sağa sola salladı. Derin bir nefes alıp kendisini sakinleştirdi. Bu muhtemelen… Sadece fazla iri bir insandı. En azından kendi kendisine durumun böyle olduğunu söylüyor, kendini buna inandırıyordu. Ve kendisini bir şeylere inandırmak konusunda da, bir hayli başarılıydı.

Tekrar arkasını döndüğünde, kadının ciddi anlamda zor ve tehlikeli ama aynı zamanda da etkileyici gözüken hareketlerini dili tutulmuş bir şekilde izledi. Bir insan, bir kadın, böylesine zor bir şey yapabilir miydi? Hayır, muhtemelen yapmazdı. Sonuçta korkardı. Evet, insanlar korkardı, korkmalıydılar.

Duruşunu dikleştirdi ve derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. “Sen, bir sahtekâr olmalısın! Bu kılıçlar,” durdu, eliyle yere saplanmış haldeki kılıçları işaret etti. “sahte değil mi? Aksi takdirde böyle şeyler yapamazdın.” Konuşurken kendisinin bile fark ettiği üzere, sahte kılıçlar ağaçları böyle parçalayamazdı. Elbet bunun da mantıklı bir açıklaması olması gerektiğini düşündü. Belki kalkan gerçek tahta değildi? Belki sadece boyanmış kağıttan ibaretti? Bunları düşünüyor olsa bile, metalin sesini çok net bir şekilde duymuştu. Ayrıca kağıt bu şekilde dağılmaz, kesilirdi. Yanağını dişledi. Hayır, bu kadın mutlaka bir numara yapmış olmalıydı!
Sage Vian
Sage Vian
Devrimci
Devrimci

Mesaj Sayısı : 10
Kayıt tarihi : 14/12/13

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz